hikaye ....
2 posters
1 sayfadaki 1 sayfası
hikaye ....
Seni Sevmek
Gittin...
Dudağıma, çocuksu susuzluğumla asla doyamadığım öpücüklerinden birini kondurup gittin. "Ne olur öyle bakma bana" dedin en son...
Daha birkaç dakika önce gözlerimde varlığınla alevlenen yaşam sevincinin
yerine, boyun eğmiş, donuk ve daha şimdiden hasretinle kavrulmuş bir
karanlığı bırakıp gittin... Dolmuştu zamanın.
Yüreğimdeki kum saatini, o göz açıp kapayıncaya kadar geçen "sen"den,
sanki asırlarca tükenmek bilmeyen "sensizliğe" tersyüz ederek gittin.
İçimde, günlerdir yokluğunla zayıflamış, kalbi kupkuru kalmış
çocuğunu sevginle emzirme sarhoşluğuyla delirdiğim şu üç saatin içindeki
yüzlerce "an"ı "anı"ya dönüştürerek...
Önce gözlerim öksüz kaldı yokluğunda. Sonra, nefesinin o buğulu sıcaklığından mahrum kalan evimin rutubet kokulu duvarları...
Gittin...
İki ın arasında şın. Ürkek ve çaresiz bir çocuk gibi savrulan
kalbini cebine koyup, başka bir eve gittin uyumaya. Artık senin değildi
evin, "sizin" di. Benim özlediğim o eski evin değildi gittiğin...
O eski ev... Oturup, zamanın o yağmursuz, o parça parça yüzüne bakarak,
güneşin bütün gün sadece yalayıp geçtiği loş pencerelerinde
dalgınlığımızı biriktirdiğimiz o ev...
Şaşardık bazen. Ansızın, hesapsızca, belki de yorgun düşerek... Akıldışı
bir hızla devinen imgelerin ortasında, bir çığ gibi ömrümüze yığılan
anılardan birin seçip, dondurarak... Hayat, çok eskilerden gelen sonsuz
bir ayinle ilgili gibi, bir gelenek gibi tekrar ederdi etrafımızda,
umurumuzda olmadan...
Elin çaya uzanırdı.
Tenim dudaklarını özlerdi.
Bir sözüm şiirin olurdu. Demlenirdik.
Gömüldükçe düşlerin o büyülü uykusuna, ımın kalbimdeki ilahi melodisi
çalınırdı kulaklarına birden. Nasıl da ürkerdin... Karanlıktan korkan
bir çocuğun teselli isteği gibi bölerdi sesin suskunluğumuzu.
Ruhlarımızın bir yerlerde buluştuğuna, düşlerimizin bir yerde
kesiştiğine inanmak istediğim bu hayattan çalıntı anları, beni bunun
aksine inandırmaya çalışan bir sesle ve ilk önce hep sen bölerdin.
İşte böyle anlarda yüzü daha da netleşirdi dünyaya gözlerinden bakan o
yaralı çocuğunun... İşte ben en çok seni içimden doğru sevdiğim böyle
anları severdim.
Hayatın içinde seni barındırdığı her karesinde uzun uzun soluklar
alarak, o günlük, o sıradan ayrıntılarını alabildiğince büyütüp, içinde
kaybolarak severdim seni... Odanın içinde, varlığına yıllardır aşina
olduğun bir eşya gibi sessizce kaybolarak, seni izlemek ve başının
üzerinden sonsuzluğa akıp giden düş bulutlarında şekillenen her şeyi, şu
yüreğimde senin için büyüttüğüm şiire mısra yapıp eklemekti seni
sevmek.
Sevmek hayatına tanıklık etmekti benim için...
Sabahları evden çıkmadan önce, uykundaki o en masum halini öpücüklere
boğarken "gitme" diye sayıklayan sesine kıyamayıp, patrona bin bir
yalanlar uydurarak, işe gitmemekti seni sevmek...
Sana kahvaltı hazırlamaktı. Senle hazırladığım sofraya iştahla oturup
"sen var ya, bir meleksin, neden seninle evlenmiyorum ki ben? Senden
daha iyisini mi bulacağım"diyen muzip sözlerine sevinmek, belki de
çocukça inanmaktı. İnce ince kıyılmış, tabağa motif gibi işlenerek
dizilmiş ve hep sevdiğin gibi üzerinde zeytinyağı ve limon gezdirilmiş
domateslere, yaptığım mezelere duyduğun minnete şaşırmaktı. Hayatına
eklemekten çılgınca zevk aldığım o şefkatli inceliklere duyduğun minnete
şaşırmaktı seni sevmek...
Seni sevmek, bundan yıllar önce, seni bir idol gibi içimde büyütüp,
hayranlığımın yavaş yavaş aşka dönüşünü ürkekçe gizleyerek kaleme
aldığım mektuplarıma, aynı incelikle, aynı özlemle, aynı hayranlıkla
verdiğin cevaplarına inanmaktı. Tüm ısrarlarına rağmen, bu eşsiz büyüyü
bozmaktan çekinip, aylarca seni bir kez bile aramamaktı. Sonra ansızın
yollara düşüp, çocukluğumda kalbimde filizlenen sevdası senin ınla
yeşeren bu kentin sokaklarında izini sürmek, kendi sözlerinle "bu
inceliğin ve bu derin anlayışın yüzünü", yani o merak ettiğin yüzümü,
gözlerine taşımaktı. Buluştuğumuz cafe de, ayların günlerin telaşı ve
suskunluğuyla anlattığın şeylerin hiçbirini algılamadan, sadece
hayranlıkla seni, o hepimiz gidiliğini seyrederken, masanın altından bir
türlü çıkartamadığın o telaşlı, o çocuk ellerinde kendini ele veren
heyecanına inanmaktı...
Seni sevmek, o gece rakı içtiğimiz köhne meyhaneden çıkıp yürüdüğümüz
sokaklarda, Nisan ayında bir mucize gibi gökyüzünde dans eden kar
tanelerinin Tanrı'nın bu için gönderdiği bir işaret olduğuna
inanmaktı.
Seni sevmek kadınlığımı, bedenimi ve hazzı ilk defa seninle keşfetmekti.
Onyedi yıldır sanki sadece senin için sakladığım bedenimi, en ufak bir
tereddüt duymadan ve beklentisiz bir sarhoşlukla sana sunmaktı. Her
dokunuşunda kutsal bir ayinin o sıcak ve tatlı şarabını yudum yudum içer
gibi...
Seni sevmek, ın uğruna, ama senden izinsiz, başka bir kentteki
hayatımı sıfırlayıp, yaşadığın kente, yaşadığın göğün altına, ıslandığın
yağmurların altına gelip yerleşmekti. Senden başka, bu koca kentte bir
başınalık ve kimsesizlikti seni sevmek... Sokaklarda tek bir tanıdık
simaya rastlamamaya alışmaktı güçlükle... Hücrelerimle beraber çoğalan
ını özgürce ve sınırsızca yaşamak için ailemin şefkatli ve anlayışlı
kollarından sıyrılıp kanatlanmak, yıllanmış can dostların sevgisini çok
uzaklarda bırakmaktı...
Seni sevmek, yalnızlığın soğuk kollarından biraz olsun sıyrılıp, nefes
alabilmek için geceleri saatlerce tek başıma Beyoğlu'nun karanlık
sokaklarında kalabalığın soluğuyla ısınmaya çalışmaktı. Hiç tanımadığım
insanların yüzünde senin yüzünü aramak, onların kaybolmuş, umutsuz
hayatlarında yaralı geçmişinin ve çocuksu düşlerinin izini sürmekti.
Seni sevmek, bu kentin tozlu, soluk ışıkları ruhumu ısırırken, aynı
gecenin yıldızları altında seni deliler gibi özlemekti. O geceyi de
kollarında geçirebilmeye seni ikna edebilmek için saatlerce sokaklarda
dolaşıp, barlarda, kahvelerde oturup eve dönüşünü beklemekti. Bazen bu
bekleyişlerin sonu, yorgun düşmüş bedenimi sürüklediğim evimde, o gece
bir başka kadının yanında uyumana ağlamak olurdu sabaha kadar... Ertesi
gün bir şizofren gibi, hiçbirşey olmamış gibi tekrar seni sevmeye
koyulurdum. Şaşırırdım.
Çünkü, seni sevmek direnmekti sevgili... Güçsüz olanı acımasızca yok
eden bu kentin hoyratlığına ve senin için artık inanmaktan çoktan
vazgeçtiğin, yaşadığın hayal kırıklıklarıyla çok uzun zamandır
kaybettiğin o duygusunun gerçekliğinin canlı ispatı olmaya
direnmekti. Kalbine inançla tohumları ekmekti seni sevmek. Sevmek o
yitirdiğin şarkısı adına sana umut vermekti.
Seni sevmek, ait olduğun gökyüzünde seni özgür bırakmaktı. Koparmamaktı
kanatlarını. Ruhunun ve kaleminin tek besin kaynağından, başka
sevgilerin şiirine eklediği mısralardan kıskançlıkla seni mahrum etmeye
yeltenmemekti.
Sevmek, ruhumun tek sahibi olan seni sahiplenmemeye kanaya kanaya razı
olmaktı. Çocuksu bir saflıkla tek vazgeçemeyeceğinin ben olduğuma
kendimi inandırarak, hayatına boyun eğmekti.
Seni sevmek, bir babayı, bir can yoldaşını hayatının sonuna kadar
yanında olduğunu bildiğin güvenilir bir dostu, ilgiye ve şefkate
doymayan çaresiz bir küçük çocuğu, ama en çok da tutkulu, kıskanç ve
yüreği sonsuz maviliklere akan bir deli aşığı sevmek gibiydi.
Bir gün ansızın, telefonda duyduğun bir sese, ya da yeni tanıştığın bir
kadına aşık olduğunu, sanki tepkimi ölçmek ya da seni nasıl kıskandığımı
görmek isteyen abartılı bir heyecanla söylediğinde, telaşa kapılmamak,
bunun gelip geçici bir duygu olduğuna ve asla benden vazgeçemeyeceğine
inanmaktı... Yine de içimdeki o kaçınılmaz endişe ister istemez sarardı
yüzümü... Sesim soluğum kesilirdi birden... İşte öyle anlarda beni
sımsıkı sarıp, tutkulu bir sevişmenin ilk öpücüklerini dudağıma
kondururken "Sen küçücük bir kızsın, biliyor musun" diyen şefkatli
sesini severdim en çok. Ve aslında ben dâhil, hiç kimseye âşık
olamayacağını düşünür hüzünlenirdim.
Rüyalarımın gül kokusu.
Sonra bir gün aşka açıldı yüreğinin sürgüleri
Sonra bir gün şiirlerin başka bir ın kokusuna büründü.
Yıkıldı tabuların... Kırıldı zincirlerin... Uzağıma düştün.
Bu defa farklıydı, hissetmiştim. Yalnız bedenini değil, ruhunu da paylaşmaya başlamıştın bir başka kadınla.
Sonra sevmek yavaş yavaş kayışını izlemek oldu avuçlarımdan. Seni
sevmek, sen sabaha karşı uyuduğumu sanarak yanımdan kalkıp bir başka
yürekle telefonda özlem giderirken, içimde kopan fırtınaları susturmaya
çalışmak oldu sessizce.
Habersizce kapını çaldığım o gün, kapında kalıp, içeri girememek oldu. O
güne kadar hiç olmazsa bana karşı dürüst olmanla, yaşadıklarını benden
gizlememenle, yalan söylememenle avunuyordum. Ama bir başkasını
incitmemek, üzmemek için ondan gerçekleri gizlediğini, yalanlarla da
olsa o nu koruduğunu fark edince bu avuntu da terk etti beni.
Yalanlarını bile kıskanır oldum.
Neden dürüst olmak için beni seçmiştin sanki. Gerçeğin acımazız zindanlarında neden beni kilitli bırakmıştın.
Ne çok düşündüm bu soruların cevaplarını.
Ne çok sorguladım kendimi, nerde hata yaptığımı, neyi eksik bıraktığımı.
Kadınca oyunlardan haberim olmadı hiçbir zaman. Seçtiğin yaşam
biçiminden koparmak, seni soluksuz bırakmak demekti benim için. Hatam
seni bir mülk gibi sahiplenmemek miydi? Acaba istediğin bu muydu? Seni
yanlış mı tanımıştım? Bana hep, ne kadar asil bir yüreğim olduğunu
söyler dururdun. İsyanım, kalbimin ezilmiş parçalarının üstünü örtüp,
sessizce çekip kapını çıkmak olurdu en fazla.
Yalnız kalmak istediğini daha sen söylemeden yüzündeki bulutlardan
hisseder, çekip giderdim. Özür diler gibi bir sesle, onun geleceğini
söylediğinde, sessizce çıkıp giderdim. Karşında ben otururken, onunla
saatlerce telefonda konuştuğunda çıkıp giderdim. Hep giderdim.
Bu onurlu tavrımdı belki de ezen yüreğini. Vazgeçemediğin tek yanım buydu belki.
Sonra, sevmek yaralı kadınlığımı başka yüreklerle avutma yanılgısına
kapılmak oldu. Buna hakkım olduğunu söyleyip dursan da, biliyorum
aslında içten içe hiç affetmedin beni. Sen çoktan parçalanmıştın zaten.
Benim de yüreğimi böldüğümü düşünmek sana bile ağır geldi. Oysa ben,
seni değil, kendimi cezalandırıyordum başka bedenlerle... Ruhumu kemiren
bu deli ı cezalandırıyordum. Bunu anlamadın mı sevgili?
Sevmek seni değil çocukluğumu, düşlerimi, kendimi aldatmak olmuştu
artık. Bana bağlanan masum aşkları seninle aldatmak olmuştu... Kimseye
veremedim yüreğimi. Ne zaman baksalar içime, yüreğimin kırık aynasında
kendilerinin değil senin yüzünün aksini gördüler hep... Sessizce çekip
gittiler. Fark etmedim bile gittiklerini...
Gittin...
Seni sevmek, bensiz akıp giden hayatına bir yabancı gibi uzaktan bakmak
oldu çoktandır... O çocuk ellerinin, bir başkasının saçlarında
gezindiğini, aniden özlemle sarılıp bir başka yüzü öpücüklere boğduğunu,
sabahları uykunda bir başka kadına "gitme" diye sayıkladığını düşünmek
oldu, seni sevmek... Geceleri kokuna hasret yatağımda ter içinde
uyanmak, kendimin bile affedemediği bir bencillikle, kalbindeki tek
ın benimki olması için gözyaşları içinde Tanrı'ya yalvarmak oldu...
Seni yasak bir gibi gözlerden uzakta, rutubetli duvarlar arasında
yaşamak oldu, sevmek.Beni hayatından dışladığın için öfke nöbetlerine
kapılıp, bana bile yabancı gelen, hiç tanımadığım bir sesle sana
bağırmak, haykırmak, ağlamak, sonra pişmanlıkla affedip tutkuyla sana
tekrar sarılmak oldu...
Yabani bir ot gibi ruhumu sarıp sarmalayan öfke ve kıskançlık
duygularıyla benliğimden uzaklaşmayı kendime yakıştırmamak, kaldığım bu
karanlık dehlizde, kendi kalbimde, yalnızlığımda, sensizliğimde, kendi
ımla delirmek oldu seni sevmek.
Şimdi, bu acıya bir son vermesi, kendisini terketmesi, sonsuzluğa
bırakıp gitmesi için birbirine yalvaran iki yüreğiz artık. "Ayazda iki
yürek" gibiyiz.
Sen benim şizofren ımsın... Ben senin kanayan vicdanınım. Affet beni sevgili... Verdiğim sözleri tutamadım
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz